Life is...

Yaşam boyu yargılanıyoruz. Yargılıyoruz. En çok sevdiklerimizden tutun da en nefret ettiklerimize kadar. Yaptığımız her hareket alacağımız cezayı hafifletmek için. Birlikte olduklarımız, olmadıklarımız, yaşadığımız şehir, âdetler, gelenekler, kurallar, korkularımız, daha doğrusu yaşamın kendisi yargılıyor bizi sürekli. Kapana kısılmış gibiyiz. Aynaya bile bakmaya korkuyoruz. Doğuştan birer suçluyuz. Suçunu itiraf edenler mutlu diye düşündükleri hayatlarına devam ediyorlar, direnenler ise bir cenderede yaşamaya. Bakın kalabalıklara, itirafçılar ile direnenleri ayırt edebilirsiniz.

Suçlu olarak geldiğimiz bu dünyada bize öğretilen ne varsa hepsi bunun için. "Bak bunları yaparsan mutlu olursun. İyi bir çocuk ol, ders çalış, okuluna git, iyi bir işe gir, aile kur, çocukların olsun, dede-anneanne ol ve öl." Bu işte. Yere göğe sığdıramadığımız, yaşamaktan zevk aldığımız, olmamız gerektiği söylenen, böyle yaşa diye öğretilen, tartışılmayan, hayatımız bu.

Özgür müyüz? Belki. Belki de değil. Düşüncelerimiz özgür olsa bile bedenlerimiz değil en azından. Hayal etmekle, istemek arasındaki o ince çizgide yürüyoruz sürekli. Hedeflerimiz var. Bugünü daha yaşamadan yarını düşünerek nasıl olacağımızı plânlıyoruz. Para kazanmalıyız, güçlü olmalıyız, sevmeli, sevilmeliyiz, bizim için her şeyin en iyisini düşünmeliyiz. Ne kadar zor. Ve ne kadar acı.

Hırslarımızla yaşıyoruz, arkamıza bakmıyoruz ve düşünmüyoruz.

Acıya tahammülümüz yok. Yaşamın kendisi zaten acının sonucu. Hepimizin sevgiye ihtiyacı var. Acı çekmemek için.

Yalnızlığa tahammülümüz yok. Yaşamın kendisi zaten yalnızlık. Hepimizin sevgiye ihtiyacı var. Yalnız kalmamak için.

Hipnoz edildik ve sırlarla doluyuz...

Hiç yorum yok: